25-26 Ocak 2013 de yapılan “beden
eğitimi öğretiminde yeni ve yaratıcı yaklaşımlar sempozyumu 4” ün ardından…. Henüz
sıcağı sıcağınayken sempozyuma katılan bir beden eğitimi öğretmeni gözüyle
yazmak istedim:
İlk gün oturumunda kendimi rüyada
gibi hissettim. İngiltere’den gelen, alanında çok iyi iki konuşmacıya baktıkça
daha kaç fırın ekmek yemem gerektiğini düşündüm. Düşündükçe canım sıkıldı diğer
yandan da gelecek yıllarda ne yapmam gerektiğine ilişkin bir miktar şevk ve motivasyon
kazandım. Büyüyünce Ashley ve Dylan gibi olmak istediğime karar verdimJ
Ashley beden eğitimi öğretmeni kökenli bir akademisyen, Dylan ise beden eğitimi
öğretmeni… teknolojiye son derece hakim bu iki eğitimci; hizmet öncesi veya
sonrası aldıkları eğitimle değil, daha çok kendi çabalarıyla teknolojik araç
gereç kullanmayı öğrendiklerini belirttiler. Oysaki tam olarak şu mızıklanmayla
savunma mekanizmamı devreye sokacaktım “ ee İngiltere gelişmiş ülke tabi… kim
bilir teknoloji ile ilgili ne imkanlara sahiplerdir ve kim bilir öğretmen
adaylarına ve öğretmenlere ne güzel eğitim veriyorlardır!” diyecektim, diyemedim, yuttum
söyleyeceklerimi. Başka bahane bulmam gerekecekti. Derken buldum yenisini!
Bizim ülkemizde beden eğitimi
dersiyle ilgili milyon tane sorunumuz varken “bir teknolojimiz eksikti” bahanesini
buldum. Fakat hem yabancı konuklar hem de sempozyum boyunca sunum yapan bütün
konuşmacılar aynı temaya vurgu yaptılar; teknoloji beden eğitimi dersi için sadece
bir araçtır. Amaç fiziksel etkinlikleri uygularken ve müfredattaki kazanımlara
ulaşırken teknolojiyi bir araç olarak nasıl kullanmamız gerektiğidir. Aslında
galiba haklılar… Derste, dönüt verdiğim halde fiziksel becerideki hatalarını
düzeltemeyen öğrencilerim her sınıfta olur. Onların fotoğrafını çekerek ya da
kısa videoya çekip kendilerine göstererek hatalarının farkına varmalarını ilk
sağlamaya başlamamın üzerinden yıllar geçti. Basit bir dijital fotoğraf
makinesi işimi görüyor. Kronometreyi yirmi yıldır kullanıyorum, pedometreyi en
az beş yıldır... Hadi bakalım kendi kendimle çeliştim. Teknolojiyi dersimizde
zaten kullanıyormuşuz ya. Artık bahane yok, sempozyumu izlemeye devam.
Dördüncüsü düzenlenen bu
sempozyumun konseptlerinden biri video sunumlardır. Video sunumlardan biri
vardı ki ilgiyle izledim; araştırmacılar dijital bir oyunu (Angry birds) gerçek
fiziksel aktiviteye taşımış ve materyal tasarımı yapmışlardı. Oyun aracının
tasarım olarak geliştirilmesi gereken yanları var, onu tartışmıyorum. Fakat
bana göre daha önemlisi çocuklar ve gençler rekabet sevdiği için oyunu iki veya
daha çok kişinin yarıştığı rekabet ortamına taşımak gerektiğiydi. Çünkü dijital
oyunların çocukları en çok cezbeden tarafı rekabetin ve yarışmanın olmasıdır. Çoğu
çocuk ve gençler kendilerini sanal oyunun içindeymiş ve yarışıyormuş gibi hissettiklerini
ve heyecan duyduklarını, kendi tabirleriyle adrenalin salgıladıklarını ifade
ediyorlar. Bu video sunum bana beden eğitimi dersinde katılımı artırmanın
yollarından biri dijital oyunlardaki gibi müsabaka duygusunu öğrencilere
yaşatmaktan geçebileceğini çağrıştırdı. Biz değil miyiz çocukların sanal
oyunlar yerine gerçek oyunlar oynamalarını isteyen. Belki teknolojinin allayıp
pullayarak sunduğu sanal oyunlardaki ipuçlarını yakalamalıyız. Bu haliyle müsabakanın
olumlu taraflarını etkili kullanarak beden eğitimi dersine katılımı belki daha
da artırabiliriz. Bir video sunumun bana düşündürdüklerinden biri “acaba ben de
benzer bir oyun ve materyal tasarlayabilir miyim” oldu.
Okulumda yaklaşık bir yıldır,
beden eğitimi derslerinde uygulamaya koyduğumuz Xbox’ın fenomen olma sebepleri
arasında bile öğrencilerin müsabaka duygusunu yaşamaları var diyebilirim.
Evlerinde bulunan son nesil bir teknolojinin okulda da olması ya da almayı
hayal ettikleri teknolojik bir aracın beden eğitimi dersinde kullanılması bile onlar
için başlı başına motivasyon aracı, bunu kabul ediyorum fakat dans oyununda
bile oyunun geri bildirim vermesi ve başarı oranını ekranda göstermesi
öğrencileri çok mutlu ediyor.
Dil bize anlamları hatırlatma gücünü
verir. Bunları yazıya dökmenin bana en büyük faydası şu oldu, farkında olduğum
ama dile getirmediğim bazı çıkarımlarımdan bahsettikçe üzerinde yeniden düşünme
fırsatı buldum. Düşündükçe söylemimi geliştirdim ya da değiştirdim, yeni yollar
aramaya başladım. Çünkü biz düşüncelerimizi önce düşünüp sonra onları
sözcüklere dökmeyiz, eş zamanlı olarak söyler ve anlam veririz. Tıpkı Yetişkin
Eğitimci Paula Freire’nin “Okuryazarlık” kitabında bahsettiği gibi…
Tekrar sempozyuma dönmek
gerekirse her 2 yılda bir yapılan bu sempozyum sonrası kendimde değişiklikler
fark ederim. Yeni ödevler veririm kendime. Son görevim, ki bence gelecek
sempozymun teması da bu olmalı “beden eğitimi dersinde/fiziksel aktiviteye
katılımı artırmanın yolları”… bunun için son nesil teknolojiyi kullanmak
gerekiyorsa kullanmalıyım, tesise ihtiyacım varsa işbirliği yapmalıyım, farklı
spor branşlarını müfredata dahil etmek gerekiyorsa etmeliyim. Belli ki kendimi
geliştirmeye ve daha planlı- programlı bir çalışmaya ihtiyacım var.
Pervin AVŞAR
Ankara Ayrancı Anadolu Lisesi
Beden eğitimi öğretmeni
1 yorum:
Değerli Pervin öğretmenim...
sempozyumu bir solukta ne güzel özetlemişsiniz. Sunumunuzla yaptığınız katkının da çok önemli olduğunu düşünüyorum.Gelecek sempozyuma yaptınız tema önerinizi de çok doğru bulduğumu beirtmek isterim. Çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Saygılarımla...
Yorum Gönder